Türkiye’de siyaset ile savunma sanayi arasındaki ilişki artık neredeyse ayrılmaz bir bütün haline geldi. Seçim dönemlerinde meydanlara çıkarılan tank maketleri, ekranlarda dönen insansız hava aracı görüntüleri ve en sonunda da “yerli savaş uçağımız KAAN” ile gurur tablosu çizilmeye çalışıldı.
Hatırlayın, daha birkaç ay öncesine kadar prototip uçuşu büyük bir şov eşliğinde kamuoyuna sunuldu. “Yerli ve milli savaş uçağımız göklerde!” manşetleri atıldı. Temel Kotil, KAAN’ın F-35’ten daha üstün olduğunu iddia etti, savunma sanayii yetkilileri “bir tık önde olacağız” açıklamalarıyla beklentiyi yükseltti.
Ama gelin görün ki bugün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın sözleriyle gerçekler ortaya dökülüyor:
“KAAN’ın üretimi için motor bekliyoruz. ABD’nin sınırlamaları var.”
Yani neymiş? Bütün o gösterişli törenlere, övünçlü demeçlere rağmen biz aslında uçağın yalnızca gövdesini yapmışız. O çok konuşulan ilk uçuş da F-16 motoruyla yapılmış. Şimdi ise asıl meseleye, yani motora gelince iş ABD Kongresi’ne takılıyor.
Bunu seçim meydanlarında açıklayan olmadı tabii. Orada her şey “yerli ve milli” diye pazarlanıyor. Oysa bugün görüyoruz ki KAAN’ın gökyüzünde süzülebilmesi için hâlâ Washington’dan gelecek motorlara ihtiyaç var.
Peki Endonezya’ya yapılan savaş uçağı satış anlaşması? O da mı hayal? Yıllardır “ihracat başarısı” diye lanse edilen bu projeler, motor meselesi çözülmeden sadece kağıt üstünde kalıyor.
Gerçek şu: Biz henüz kendi motorumuzu üretememişken, “F-35’ten daha iyi uçak yapıyoruz” demek vatandaşın aklıyla dalga geçmektir. KAAN, elbette önemli bir adımdır, mühendislerimizin emeği büyüktür; ama siyasetin gölgesinde, seçim malzemesi haline getirilince işte böylesine utanç verici tablolarla karşılaşıyoruz.
Kısacası KAAN hikayesi bize bir kez daha şunu hatırlattı: Savunma sanayi hamlelerini şeffaf ve gerçekçi şekilde anlatmadığınız sürece, gerçeğin ortaya çıkması sadece zaman meselesidir.
Vatandaş, hamaset değil, doğruları duymak istiyor.